Bu
site: 01.01.2010 tarihi itibariyle yenilendi
AŞK'I
MUHABBETİ BIRAKTIK.
BAZILARINA İZAN İLE
İNSAF BİLE YETER!
Aşk, Allah'a dair. Sevda, sevgiliye dair.
Sevgi, ana baba aile hocaya dair. Saygı, evlât ve bütün bir gençliğe
ve istikbâle dair. Muhabbet, Hakk'tan Halk'a canlı cansız her şeye ve
tabii Kâinat'a dair. Bütün bunlar, ulvî ve insanî hislerdendir. İşte
bu duygular, her neye dair olursa olsunlar; bir tanesinin haricindeki
bütün hepsinin, her insan evlâdında, bir nebze bulunması gereği vardır.
Allah aşkı ayrı bir mesele olmakla; O aşka düşmeye, orada yanmaya kimse
zorlanamaz. O hâl, İlâhî bir nasip meselesidir. Nasibin varsa, o kapı
ardına kadar açılır. Ve yangının en muhteşemi, o eşiğin bir adım ardındadır.
O yangına rağmen, Cehennem'den korkanın vay haline. Zîra Cehennem, o
aşk ateşi önünde, bir kibrit alevi mesabesindedir.
Böyle bir duygudan, nasibinin haricinde, haberi
bile olmayanın; hatta Allah'ı bile, Allah inancı bile yoktur. Ancak
diğer duygular da, bir nasip meselesi olmakla birlikte, insanların kendilerinin
de niyet ve temennilerinin, muhtemel eserleridir. Şahısların hulûs-u
kalp ile bu duygulara talip olmaları hâlinde: Muhtemelen elde edebilecekleri,
hatta insan olmaktan mütevellit, tabiatı ile doğal nasipleri halinde,
çoktan elde etmiş oldukları, aslî zenginlikleridir. Ezcümle: Sevda,
sevgi, saygı, muhabbet, insan olmakla elde ettiğimiz, keza hazlarını
duymakla doyamadığımız, doyamayacağımız, tatlardan bedii duygulardan
değiller midir? Elbet öyledirler. Düşününüz ki; bu tür hazları, bir
de bu hazlara bire bir lâyık olan muhataplarınızla paylaşmak, kimin
insanlık vasfına, daha yüce bir insanlık değeri katmaz ki?.. Aldığınız
kadarı ile değil; verdiğiniz kadarı ile de değil; o güzelim alış veriş
esnasında, paylaştığınız kadarı ve kaderi ile mürekkep, mükemmel, muhteşem,
mücella, müstesna, müzeyyen, mübarek ve tabii mütevazı bir hayat yaşamak
ve bu hayattan ve bütün muhataplardan razı olarak, muhatapları razı
ederek, bu hayatı idame ettirmek, bir anlamda Cennet bağından üzüm yemekle,
eş değer değil midir? Bu bedii duygular seçenek olarak önümüzde, bir
ziyafet masası ihtişamı içinde dururken, diğer bir yanda, gözümüzün
önünde yaşananlar, Sizce nedir? Dünya ve ülkemizde cereyan eden bu hadiseler,
İnsan ve insanlık adına hangi vasıflarla izah edilebilir?
"Sevdanın emzirdiği bir memeden, ıstıraptan
başka bir şey sağılamaz." teorisine mukabil, "Tüketim aklının topluma
pompaladığı, yapay bir enerjiden, ahmaklıktan gayrı bir şey sağlanamayacağı"
gerçeği ile yüz yüze isek; bizler gibi yukarıdaki tarife uyan, makul
insanlar, hangi ayrı ya da başka bir Dünya'ya gitmelidir? İnsanlar arasındaki
ötekileştirme yetmemiştir de, ötekileşen Dünya'lar yaratmaya gerçekten
gerek mi vardır? Oysa farkında olmamız gereken: Çevremiz de, hatta Dünya
üzerinde yaşanılan bu elim manzaralar, koca koca adamların, küçük küçük
akılları ile yarattıkları neticeleri elim, hezimetleri değil midir?
O küçük ve toz akıllar, bu Dünya insanlığının belâsı haline gelmemiş
midir?.. "Ezdim. Ezdi.. Ezilecek..." kadar, "Kazandım. Kazandı.. Kazanacak..."
da muhataralı ve maşeri akla aykırı, hatta tehlikeli bir fikir ve fiil
değil midir? Bana ezen ya da kazananın, büyük fotografa göre, gösterebileceği
makul ve de alkışlanabilir bir netice var mıdır?!. Dünya üzerinde böyle
bir netice yoktur. Hiç olmamıştır.. Hiç olamayacaktır... Zîra muhabbet
ve hakkaniyet aklını yitirmiş bir beşeriyetten, beşer için sağılabilir
ya da sağlanabilir, vicdanî ve adil bir netice beklenemez...
Yeni tip insan, yeni tip aile, yeni tip hoca,
yeni tip talebe, yeni tip bürokrasi, yeni tip asker, yeni tip hukukçu,
yeni tip din adamı, yeni tip siyasetçi, yeni tip sanayici, yeni tip
tüccar. yeni tip çiftçi, yeni tip sanatkâr, yeni tip halk, yenilemez
yutulamaz bir denklem muvacehesinde, kendini yenileyemediği için, denklenemez
bir haldedir. Bu sebeple taraflar, ötekiler, ayrışmalar, ayrımcılıklar
söz konusu olmakla, afak zaman zaman kararmakta, bu durum da vehim üreticilerine
sömürü siyaseti devşirtmektedir. Yine bütün bunların sorumluları, bu
milleti teşkil eden, aynı zümrelerden, aynı müesseselerde çalışan, ancak
ayrı ayrı eğitilmişliklerden temayüz etmiş, bizler gibi insanlar, değiller
midir?.. Esasen dünümüzle, günümüzle, ortaya koyduğumuz icraatlarımızla,
hepimiz belli oranlarda hatalı değil miyizdir? Ve uğrunda mücadelesini
yaptığımız, "sadece kendi doğrularımızın" dönüp evlâtlarımızı bulacak
fahiş yanlışlar olduğunun, halâ farkında değilsek; saygı, sevgi, muhabbet
ve vicdan bir yana. Ahlâk ve erdem, sergilediğimiz bu abes manzaranın
neresindedir?!.
Artık, liyakatlilerin, lâik akla lâyık
olduğu ve fakat lâisizmin bir din gibi ya da Allahsız olmakla eş değer
algılanmaması/uygulanmaması/tutulmaması gerektiğini, çok iyi bilmeliyiz.
Keza Cumhurun, cumhuriyetin tek efendisi olduğunu ve bu mülkiyeti, halktan
başka hiçbir merciin koruyamayacağını öğrenmeliyiz. Halkın iktidar olmadığı,
oldurulmadığı ülkelerde, demokrasiden söz edilemeyeceğini kavramalıyız.
Evvelâ halk için adalet olması gerektiğine ve halkın hakkının aranmadığı
bir vatanda, hukuk devletinin, guguk devletinden ileriye gidemeyeceğinin,
mutlaka farkına varmalıyız. Ve bu gerçeklere istinaden: Tüm birim ve
bireylerin, kendi salâhiyet hudutları içine süratle çekilmesinde, mutlak
ve kesin yarar olduğunu açıkça anlamalıyız. Ve tüm bu reformları, kendimiz
kendi insanımız için, çoktan pelitist olmuş, elitist bir yaklaşımla
değil; yek vücut bir bedende bütünleşmiş, tüm çağdaş doğruları arayıp
bulan ve uygulamaya koyan, Seni beni tartışmayan, ama Bizi paylaşma
azmi ile yücelten, Bizleri iddia ile eşdeğer kılan, Evrensel bir akıl
muvacehesinde yapmalıyız. Ezcümle, cüce menfaatlerle değil; yüze akıllarla,
yarınki nesillerin de ziyade mutlu olabileceği, parlak neticeleri en
kısa zamanda elde etmeliyiz. Ayrıca her türlü muhalefete rağmen, biz
buna milletçe mecburuz. Ve bu işi bu kerre hep birlikte başarmalıyız
Bu aklı ve tavrı tavzife: Fazilet, iffet,
şeref, tenevvür, haysiyet, haya, ahlâk, fıtrat, maneviyyat, hürriyyet,
hakimiyyet, iktisat, iktidar, itibar, asalet, şahsiyyet, muhabbet gibi,
uzun süredir unutulmuş sözlerin cem-i cümlesi ve hatta çok daha fazlası
lâzımdır... Bilmem bu sözleri aramızda hatırlayanlar ya da bu kelimelerin
esas manalarını bilenler kaldı mı?.. Kalmadıysa da öğrenecekler. Zîra
şartlara göre, bu gidişatın aksi mümkün değil. Ancak, bu arada ne devlet,
ne millet, ne yöre, ne de Dünya şartlarını ve menfaatlerini hiç düşünmeksizin,
sadece kendi menfaatleri için mangalda kül bırakmayan, zevat-ı kiramdan,
çok ciddi recam şudur. Çıktığınız her kürsüde, bulduğunuz her mikrofonda,
bilir bilmez, tanır tanımaz, anlar anlamaz, esasen bir evliya olan Hoca
Nasredin gibi, Yunus Emre Hz. gibi, Hacı Bektaş-ı Velî Hz. gibi, Hz.
Mevlâna gibi bu milletin ve tabii Allah Sevgililerinin adlarını ağızlarınıza
almayınız. Sizin ağzınıza bir halk efsanesi olan Temel bile yakışmaz.
O ağızlara bu zatların isimleri çok fazladır. Cumhur huzurunda, hepimize
rağmen, galiz sözler sarf eden ağızlara, bu nadide eşhasın isimleri
asla yaraşmaz. Kaldı ki; bazı bu millet fertlerinin, sittin senedir
yapmakta olduğu, sürü sepet fahiş hatalar sebebi ile Çanakkale şehitlerimizden
tutun da, aklınıza gelecek her evliya, çoktan makamını terk etmiş durumda
olmakla; bizim kendimize, çoktan rezil-i rüsva olmamızın gereği vardır.
Zira, sergilenen manzaraların neredeyse hiç birinin, uzaktan yakından
izan, insaf, vicdan ve insanlıkla bağdaşabilir hiç bir yanı yoktur.
Ben yıllardır bu utançla yaşıyorum. Şayet şehitlerimizden, evliyalarımızdan,
Hakk Dostlarından utanacak olursak, belki biraz hizaya ve insafa gelir,
müşterek menfaatlerimizi paylaşmasını da öğreniriz. 2009 Yılının her
aklı tutulmuşuna, 2010 Yılında Allah'ın bu ihsanını sunmasını niyaz
ederim.
Haydar Volkan
|