01. Bölüm TV Programları için 1. bölüm
001. Gel..
002. Yine gel.
003. Ne olursan ol.
004. İster kâfir* ol.
005. İster Mecusî*..
006. İster putperest*.
007. İster yüz kerre tevbe* etmiş ol..
008. İster yüz kerre bozmuş ol tevbeni..
009. Umutsuzluk kapısı değil bu kapı.
010. Her nasılsan öyle gel...
Hz. Mevlâna
Kâfir : (Küfür, küfran’dan) Yaradan ve O’nun birliğine inanmayan
Mecusî : Mecus dininden olan, ateşe tapan
Putperest : Putlara tapan
Tevbe : Bir eylemim tekrar etmemesi için alınan kararın dile getirilmesi
001. : Hz. Mevlâna müzesi objesi Hz. Mevlâna Minyatürü
---------------------------------------------------
01.
011. Bu çağrıyı duymaya gönül kulağı gerek.
012. Bu yıldızı görmeye, iman* gözü gerek.
013. Bu dağı aşmaya Adem* yüreği gerek.
014. Bu yola koymaya dîvane* baş gerek.
015. “- Gel. “ Diyorsun. “- Gel. “
016. Biliyorum ki;
017. Beni Sana..
018. Seni bana gerek..
Iman : İnanma, inanç, İslâm’ı kabul etme
Adem : Yaratılan ilk insan. Yaratılışına Şeytan hariç tüm meleklerin
secde ettiği ilk peygamber. Beşeriyyetin babası.
Dîvane : Şiirde > Hakk yolundaki deli. Budala, alık, deli.
011. : Kubbe-i Hadra
013. : Dergah mescit ve külliyesi
015. : Dergâhın kapısı
Hz. Mevlâna’nın “Gel” çağrısı sadece fiziksel bir geliş için çağrı değildir. Burada kastedilen Hakk yolunda ilerlemektir. Allah’ın yolunda yürümeye başlamak ve ilerlemek insanoğlunun en mühim ve en zor vazifesidir. Hakk yolunun çağrısını sadece şu iki kulağımızla değil ta yüreğimizden, gönlümüzden hissetmeliyiz. Allah’ın varlığına inanmayı maddî bir cismi gördüğümüz gibi gözümüzle görmeye değil, inancımıza dayandırmalıyız. Hakk yolunun bu meşakkatli yolculuğunda insana has idrak yeteneğimizi kullanıp Allah’ın varlığını idrak etmeli ve dağa benzetilen bu çetin yolda layığıyla ilerlemeliyiz. Hakikat yolu, varlık sebebimizi kavrama ve iman etme yolu olduğundan, herkes bu farkındalık düzeyine yükselip insan aklını aşan bir takım gerçeklerle yüzleşebilmeye muktedir değildir. Bu sebepten dolayı Hakk yoluna baş koymak, derviş olanların ancak “delilik-dîvanelik” kavramları ile dile getirebildikleri üstün bir teslimiyeti anlatır. Bizlerin beşer olarak elbette Yaradan’a muhtaç oluşumuz gibi
Allah da bizlere ihtiyaç duymaktadır. Yaradan’ın bu ihtiyacı elbette ki acizlikten değildir. Tam aksine idrak yeteneğini bağışlaması sebebiyle üstün varlık olarak yarattığı beşeriyeti, O’nu idrak etme ve O’na iman etme sınavına tabi tutmak içindir.
02.
021. Gönlümü verdiğim bu sesle,
022. Çıktım, çöller ortasından yola.
023. Her dane* kumda bin çöl aşarak;
024. Hem ayağım, hem bağrım* yanarak
025. Sana geldim.
Dane : Tane
Bağır : Deyim olarak > vücudun gırtlağa yakın göğüs kısmıdır.
025 : Kubbe-i Hadra
Hakk yolunda yürümeye başlamak için ilk önce gönlümüzden gelen sesi dinlemeliyiz. Hz. Mevlâna’nın “Gel” çağrısı bu sesi duyabilmek için bizlere verilmiş bir lütuftur. O’na varmak için nafile yere olmayan zorluklar içinden yürüyerek ilerlemek lâzımdır. O’nun aşkına varmak için zahirî ve ilahî güçlükleri aşmak lâzımdır. Çöl ortasında susuz kalmış gibi O’nun ateşiyle yanmak, kavrulmak, pişmek lazımdır. Uçsuz bucaksız gibi görünen kum denizindeki her bir kum tanesini ayrı birer çöl gibi görerek, her tanede gönlümüzü aşk ateşiyle daha da yakarak yürümemiz lâzımdır.
03.
031. Suya susuz, geceleri uykusuz,
032. Gök kubbeyi hayretime aşina* edip,
033. Samanyolu’nda yıldız ararken,
034. Kutup yıldızı gözüme düştü de;
035. İbrete* geldim.
Aşina : Bildik, tanıdık.
İbret : Bir şeyden çekinmek için ders alınacak olay.
Mevlevî akaidine göre dervişlik yoluna gönül vermiş kimsenin başına sikke-i şerif geçirildiği andan bil-itibar 1001 günlük çile süresi başlar. Bu dönemde uyku gibi fiziksel ihtiyaçların azalması muhtemel ve bir bakıma da gereklidir. İnsanlık ihtiyaç duyduğu üzre tüm gece uyurken, Hakk yolundaki derviş buna gerek duymaz. Hattâ onların uykuları ne zamandır? Bilinmez. Allah’ın yedi günde yarattığı gök kubbeye, insan aklının kavramakta zorlandığı şu gök yüzüne, yıldızlara ve gezegenlere hayretle bakar dururuz. Bu mükemmellik ve büyüklük karşısında ibret almak, Allah’ı idrak etmekten başka elimizden bir şey gelmez. “Kutup yıldızı gözüme düştü de ibrete geldim” dizesi Allah’ı idrak etmek ve O’nun varlığını kayıtsız şartsız kabul etmek anlamındadır.
04.
041. Dağlarda bir Ceylân’a* yol sordum.
042. “- Yol gönlümdür. Gir dolaş
043. Sor soruştur. Bul buluştur..” dedi.
044. Ah!. O, Ceylân’ı bir avcı vurdu da
045. Feryada* geldim..
Ceylân : Şiirdeki > Bilinen odur ki; her Ahret’e intikal etmiş yani ölmüş olan yüce
varlıklar, Dünya üzerinde görünmek istediklerinde; ceylân şekline bürünürler.
Bu sebeple de avcılara ceylân vurmaları hiç tavsiye olunmaz.
Feryad : Yüksek sesle bağırma, haykırma
044 : Mevlâna müzesi objesi, çini üzeri av minyatürü
Hakk yolunda ilerlerken Allah’ın evliyaları bana yol gösterdiler. Yolun gönülden geçer, Allah’a varan yolu tecrübe ederek öğren dediler. Ah o yüce varlıkların en kıymetlilerinden Hz. Mevlâna’nın hocası olan Hz.Şems-i Tebrizî’yi, gönül yoldaşını gaflet ile öldürdüler de feryada geldim. Bu hasret sebebiyle Hz. Mevlâna Aşk-ı İlâhî ile yanmış ve bulunduğu mertebeye ulaşmıştır.
05.
051. Yollar bayırlar aştım.
052. Yaşanmamış mevsimlerde dolaştım.
053. Kaç çoban* tanıdım cümleden allâme*..
054. Akılânın* fikrine şaştım da; akla veda* edip,
055. Dîvane* geldim.
Çoban : Şiirdeki > Öncelikle çoban olan tüm peygamberlere işaret eder. Ayrıca
peygamberlik rütbesine varamasalar da, nice çobanın Yaradan katında
çok muteber kullardan olduğu da bilinmektedir.
Allâme : (Alâ’dan) Allâm sıfatı yalnız Allah-u Azim-üş Şân kelâmı için
kullanılabildiğinden; insan için sonuna “e” takısı alır. Çok bilgili, her bilgide
üstat olanlar için bu kelime kullanılır.
Akılân : Akıllar, akıl sahipleri
Veda : Ayrılma, ayrılık
Dîvane : Deli. Şiirde > Hakk yolunda aşk ile deliye dönmüş olan
Bu yolda yürürken BinBir zorluktan geçtim, bilinenin dışındaki gerçeklikleri yaşadım diyor şair. Nice mütevazı insanlar tanıdım bir çok bilginden daha bilgili ve yine nice akıllı geçinen insanlar tanıdım fikri yetersiz. Bu sebepten insanın akıl dediği meziyeti bir kenara bıraktım da; kendimi Hakk yoluna adadım diyor şair.
06.
061. Geldim.. Geldim.. Yine geldim..
062. Hem nasılsam, öyle geldim..
063. Bende Sana Sende bana, BİR’e* geldim..
064. Bir gaflet bulutundan* katre* koptu da;
065. Umman’a* geldim...
Bir : Şiirdeki > Allah-u Azim-üş Şân ( Redaktör bu ulu sıfat yerine sıklıkla
Yaradan, Rabb, Halik sözlerini de kullanacaktır.)
Gaflet : Habersizlik, boş bulunma
Bulut : Şiirdeki > Sarhoşçasına insanlık hali. Argoda > Serhoş
Katre : Bir damla
Umman : şiirdeki > yaradılış öncesi Alem ve Yaradan. Deniz,
Gaflet bulutu : Şiirdeki > Çok şeyden ve gerçeklerden habersiz, dolanan insanlar
061 : Dergahın kapısı + (3 adet uygulama)
063 : Çifte Hu / Elif Harfi
Hz. Mevlâna’nın çağrısına uydum, gönlümün sesini duydum ve dinledim. Olduğum gibi O’na geldim. İnsan, Allah’ın kendi nefesinden can verdiği şerefli mahluktur. Dolayısı ile insan Yaradan’ın bir parçası, bütünün aynı özellikleri taşıyan küçük bir zerresidir. Bu sebepten dolayı, her insanoğlunda, -Yaradan’ın nefesinden ve bedeninden oluşmaktan ötürü- O’nun parçası olma vasfı vardır. Allah ise her şey olduğundan O’nda tüm Kâinatın bütünlüğü mevcuttur. Bu yüzden her şey “BİR”dir. Her şey olan bu “BİR” yani umman, Yaradan’dır. Bizler doğmadan evvel O’nda yaşarız. Asıl yaşam budur. Ancak O’nun takdiri vesilesiyle doğup bu Dünya’da yaşamaya başladığımız andan bil-itibar aslında hayattan kopar ve ölürüz. Aciz insan beyni, ne yazıktır ki; bunu yanlış anlamakta ve yeryüzündeki hayatını asıl yaşam, ölümü ise, O’na kavuşmak yerine, her şeyin bitişi zannetmektedir. Bu yanlış algılama şiirde “gaflet bulutuna” benzetilmiştir. Aslını unutan, neden varolduğunu, nereden gelip nereye gittiğini
sorgulamayan habersiz insanlık, Allah’tan kopuşuyla buluta benzetilmiştir. Şair ise, bu buluttan bir damla halinde kopup, yeniden ummana geldiğini, yani gafletten kurtulup gönül ve doğru akılla Allah’a kavuştuğunu belirtiyor.
07. 08. 09.
071. Bu gaflet* bulutu ile Umman’ın* farkı ne?.
072. Birbirlerinden gayrılıklarına* sebep ne?
073. Neden bu bulutu ruzgârlar serhoş* etti de
074. Yaratılırken, Umman’dan* uçup gittiğini bilmez.
*
081. Başını mı döndürdü? Kendini yüksekte bulmak..
082. Aslına, kendi aklınca, tepeden bakmak..
083. Hayret ki; Küll’de* müdrik* cüz’de* münkir* Ef’âl-i Hakîkât*.
084. Rabb’im*, varın için, bu yazındaki ol Takdir-i sebep* ne?
*
091. Oysa, bulutla Umman* yağmurla* buhar* hepsi de bir..
092. Sen şu hale bak ki; bütün bunlar şekildir.
093. Bitmeyen bu devir, aslında An-ı Daim’dir*.
094. Bırak, bulut olup sormayı da; Hakîkat Bahri’ne* gel..
095. Gel.. Gel.. Yine gel..
Gaflet : Habersizlik, boş bulunma
Umman : şiirdeki > Yaradılış öncesi Alem ve Yaradan. Deniz,
Gayrı : Başka, diğer,
Bulut : Şiirdeki > insanlık hali. Argoda > Serhoş
Serhoş : Esasen hoşbaş anlamındadır. Sarhoş fazla içkili
Küll : Şiirdeki > Yaradan’ın bütün çevresi ile bütünlüğü, hep, bütün,
Müdrik : (Derk’ten) İdrak sahibi. Anlayış, kavrauış
Cüz : Bir bütünün parçaları. Hücre, atom partikül vbg.
Şiirdeki > Kâinat bütününün parçası olan insan.
Münkir : İnkâr eden, kabul etmeyen, başına buyruk.
Rabb : Şiirdeki > Halik. Efendi, ev sahibi, malik, sermaye sahibi.
Yağmur : Şiirdeki > Ölüm hali
Buhar : Şiirdeki > Doğum hali
Ef’âl-i Hakîkat : Yaradan’ın fiilleri ve işleri
Ol takdir-i sebep : Böyle uygun görme nedeni
An-ı Daim : İçinde yaşadığımız ve tamamı Yaradan’a ait olan sürekli an.
İlmen > Yaradan’ın bir ânı kul için 50.000 yıldır.
Hakîkat Bahri : Allah-u Azim-üş Şân’ın ilmine ait olan sonsuz deniz
095 : Dergâhın Kapısı ( 3 adet uygulama )
Gerçekte her şey bir olduğundan, ne yaşam ne ölüm, ne umman ne de bulut birbirinden farklı olmadığı halde, bizi bu yanılgıya düşüren nedir? O’nun parçası olduğumuzu unutturan nedir? Aslında, bu unutkanlığa sebep, çok komik olan bu zahirî Alem midir?
*
Ummandan ayrılıp bulut olmak, Dünyevî aleme dahil olmak bize kendimizi mi unutturdu? Rüzgarlar bizi oradan oraya savururken yukarıdan bakarak asıl geldiğimiz yer olan ummanı mı küçümsedik? Allah’ın takdiri ile yaratıldığımız gerçeğini yok sayıp kaderimizi tayin ettiğimizi mi sandık? Aciz insan aklı neden Yaradan’ın bütünlüğünde her şeyin “BİR”e ait olduğunu anlamaz da; kendini ondan ayrı bir parça zannederek inkâra kalkar? Allah’ım bu düzeni böyle kuruşunun sebebi nedir?
*
Oysa Yaradan ile yaratılan, ölüm ile yaşam birbirinden farklı değildir. Var olduğu sanılan bu ayrım sadece maddî düşünce aleminin bir yanılsamasıdır. Kendimizce doğar, ortalama 70 sene yaşar ve yine kendimizce bir ömrü tamamlayıp ölürüz. Doğana sevinir ölene üzülürüz. Oysa bizler O’ndan gelir ve O’na döneriz. İnsanoğlunun her şey sandığı bu 70 yıl aslında Allah’ın bir küçük saniyesi bile etmemektedir. O’nun bir anı kul için 50.000 yıldır. Bundan dolayıdır ki, beşeriyetin yeryüzündeki bu yaşam devri aslında Yaradan’a ait olan sürekli bir andır. Bu sebepledir ki varoluşumuzun O’nun varlığını idrak etmekten başka bir sebebi olmadığının farkına varmalı, gaflet bulutundan kendimizi kurtarmalı ve aslımıza, gerçeğe yani Allah’a varmalıyız.
Bölümler
halinde okumak için
<<< Giriş Giriş. 02. >>>
01.02.03.04.05.06.07.08.09.10.
Açıklama.