Geldim
43. : 07.. bölüm
431. Bir kapı var Necef*, anahtarı kimsece çevrilmez..
432. Bir bağ var ganî*, üzümü insanca yenilmez..
433. Bir Dünya var müflis*, hırs ile şehvetten* geçilmez..
434. Bir cemiyyet* var nevmîd*, ıztırabının* çaresi bilinmez.
435. Bir defter var kebîr*, onu düren* ahkâma* muntazır* geldim.
Necef : Asıl anlamı tepe demektir. Küfe civarındadır. Hz. Ali Efendimizin mezarının bulunduğu yerdir. (Açıklamaya bakınız)
Ganî : Bol, zengin, fazla. Allah-u Azim-üş Şân adlarından biri
Müflis : (Füls’ten) Akılca iflâs etmiş, parasız züğürt
Şehvet : Aşırı istek. Nefis. Cinsel istek.
Cemiyyet : Cem olmuşlar,
Nevmîd : (Na-ümid’den) ümitsiz
Iztırab : (Darb’tan) Sıkıntı azap, büyük zahmet
Kebîr : Büyük ulu
Dürmek : Katlayarak bükerek kaldırmak
Ahkâm : (Hüküm’den) emirler, buyruklar, kanunlar, yıldızlardan ve başka görüntülerden çıkartılan manâlar.
Muntazır : İntizar eden. Gözleyen. Bekleyen.
431 : İstanbul: Topkapı Sarayı anahtarlar bölümü objesi
Hz.Ali efendimizin kapısı bir başkası tarafından açılmaz, anahtarı çevirip Turuk-u Ali’ye girmek yalnızca bize, tarik ehline, erbabına düşer. İnsanoğluna bağışlanan nimetleri lâyığıyla değerlendirmek de yine ve esasen bizlerin sorumluluğudur. Oysa insanlık bu güzelliklerin değerini idrak edemeyip iflasa doğru ilerlemekte, hırs ve şehvetten oluşan berbat bir Dünya yaratmaktadır. İslâmiyet’e inanmayanların sebep olduğu felaketler, insanlığı ümitsizlik girdabının daha da derinlerine sürüklemektedir. O büyük defteri yani kader defterini düren ahkâma hazır, iyinin de kötünün de lâyığını bulacağına emin geldim.
44.
441. Bir kitap bilirim, DoksanDokuz* saife ile hükm* geçirir..
442. Bir saifesini ol* kitabın, DoksanDokuz hakim* çevirir..
443. Bir cümlesi ol saifenin*, DoksanDokuz hikmet* içerir..
444. Bir kelimesi ol cümlenin, DoksanDokuz hakîkat* lehçesidir*.
445. Bir harfine ol kelimenin, DoksanDokuz kerre mahkûm geldim.
Hükm : Hüküm, yargı, Allah-u Azim-üş Şân’nı kasıtla da olabilir.
Ol : Şiirdeki > Yaradan’ı kasıtlı (Hz.Allah’ın halleri anlamında)
Hakim : Yargı sahibi, Allah-u Azim-ü Şân’ı kasıtla da olabilir.
Saife : Sayfa
Hikmet : Gizli bilinmeyen nokta, sebep
Hakîkat : Gerçek
Lehçe : Bir dilin dallarından her biri, söyleyiş tarzı
DoksanDokuz : Yaradan’ın tesbih edilen DoksanDokuz ayrı ismi kasıt edilmektedir. Esma’-ül Hüsna,
El Rezzak rızk veren, El Kahhar kahreden, El settar setreden örten gibi.
442-443-444 : İstanbul: Topkapı Sarayı Mukaddes emanetler bölümü, İlk Kuran-ı Kerim
DoksanDokuz sayısıyla burada kastedilen, Allah’ın DoksanDokuz Esma’ül Hüsna’sı ve bu vasıfların Kur’an-ı Kerim’de tecelli edişidir. Allah’ın kitabı olduğundan; orada bahsedilen her şeyde DoksanDokuz esma, yani Allah’ın bütün sırları gizlidir. Dolayısıyla O’nun Kâinat’a hakimliği, hükümleri gizlidir. O kitabın her sayfasında, her satırında , her harfinde O vardır. Kuran-ı Kerim İncil gibi tahrif edilmediği için, hakîkat lehçesidir. Allah’ın tüm kullarına bağışladığı vasıfların, bizlerde de var olduğunun farkına varmalı, O’nun bizde tecelli ettiğini idrak etmeli ve O DoksanDokuz ismi O’na lâyık bir şekilde taşıyabilmemiz gerektiğine iman etmeliyiz. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’e aşk dolu bir biçimde mecburuz.
45.
451. Kırılırdı kalem, dağılırdı mürekkep, emretmeseydi Yaradan* böyle bir nöbet..
452. Hicabım* çok ki; ben neyim?. Sevincim ganî* ki; vazifeli bir neferim..
453. İstemem aslâ, bir sürç-ü lîsan* olsun, ne Halik’ime*, ne de Onun Mülk’üne*..
454. Sevdâ* yüklü bir kelebek gibi dolaşırken bu YetmişYedi* ayrı çiçekte*
455. Tevbeler* olsun, her harfe ki; İnşâallah, Emr-i Hakk’a* kusursuz geldim.
Yaradan : Halik, Allah-u Azim-üş Şân,
Hicab : Utanma, sıkılma
Ganî : Bol, zengin, fazla
Halik : Hâlk eden, yaratıcı,
Mülk : Arazi emlâk gibi sahip olunan şeyler
Sevda : Sevgiliye beslenen tutku
Tevbe : Bir eylemim tekrar etmemesi için alınan kararın dile getirilmesi
Sürç-ü lisan : Konuşurken istemeden yapılan söz veya ifade hatası
Onun mülkü : Kâinat üzerinde var olan her şey
YetmişYedi : Şiirdeki > yedi kat göğe yedi kat yere tekabül eder
Ayrı çiçek : Şiirdeki > 77 ayrı manâda kıta bulunduğuna işaret eder.
Emr-i Hakk : Allah-u Azim-üş Şân’ın emri, halk arasında ölüm için de kullanılır.
Yaradan bize nöbet gibi, İslâmiyet’te ve askerlikte çok üst seviyede olan bir görevi layık görmeseydi, ne yaparsak yapalım bu uğurda ilerleyemezdik. Ancak O’nun istediği zamanda ve istediği şekilde bu veya her vazife yerine getirilebilir. İnsanlığa karşı O’nun tarafından böyle bir görevle şereflendirilmiş olmaktan mutluluk duymakla birlikte, bir yandan da derin sıkıntı içindeyiz. Çünkü şu aciz halimizle O’nun yanında biz neyiz ki; bize bu görevi verdi? Okuduğunuz bu şiiri yazarken, istemeden de olsa, Allah’a ve yarattığı Kâinat’ına karşı bir ifade hatası yapmayı aslâ istemeyiz. Yedi kat gök Yedi kat yerin arasında O’nun yarattığı ve vasıflarını taşıyan her şey ile birlikte yaşarken, eğer yapmış olduğumuz her hangi bir hatâ varsa; tekrarlamamak üzre söz veririz. Dileğimiz, O’nun emrini insanlığımızın el verdiği ölçüde eksiksiz ve kusursuz yerine getirip ölüme kusursuz ermektir.
46.
461. Bu muhassala-i kitapta*, ben benim ile yüz yüzeyim. Sen Senin ile..
462. Bu saife-i hitabta*, ben benimle göz gözeyim. Sen Senin ile..
463. Bu dar-ı Dünya’da*, ben benim ile iç içeyim. Sen Senin ile..
464. Bu aine-i devranda*, ben senin ile Sen benim ile “BİR”* olduğumuzdan;
465. Bu muhasebe-i vicdana*, elbet “BİZ”* diye geldim.
Muhassala-i kitap : Bu şiir kitabı sayesindeki bileşke, elde edilen sonuç
Saife-i hitab : Bir muhataba karşı konuşma yapan bu sayfalar
Dar-ı Dünya : Kıyamet gününe kadar beklenecek yer.
Aine-i devran : Felek aynasında devir, zaman
Muhasebe-i vicdan : Vicdan muhasebesi
Bir / Biz : Her şey Yaradan’da birleştiği için “Bir”.
Her şey Yaradan’ın kendisi olduğu için “Biz”.
461 : Burçlar. İslâm uleması her burcu ayrıca kendi içinde üçe ayırır.
463 : Güneş sistemimizde yıldız hareketleri ve burçlar
Bu kitabı yazarken ben kendi aslımla yüzleştim, okurken Sen de kendi içindeki Senle yüzleşeceksin. Şu okuduğun sayfaları Allah’ın bende tecelli ettiğinin idrakiyle yazdım, okuduğunda sen de O’nun senin içindeki varlığını kavrayacaksın. Kıyamet gününe kadar yaşamımızı sürdürdüğümüz bu Dünya’da herkes kendi aslına varmakla sorumludur. Ayrıca O her şeyde var olduğundan; Sen ve ben de birbirimizden gayrı değilizdir. Akıl ve gönül birliği ile hepimiz “Bir” olduğumuzdan, kendimizi başkalarından soyutlayıp ayrı görerek yaşarsak, başkalarını anlamadan kendimizi de anlayamayacağımızdan O’na ulaşamayız. Bu sebeple vicdan muhasebesine “Biz” diye geldim. “Vicdan” ile kastedilen bizlerde tecelli eden Allah aklıdır. Yani kişinin gönlü ne kadar genişse, Sen ben ayrımı yapmadan “Biz” diye bu meydana gelebiliyorsa, Allah aklı ve vicdanı o kulunda o kadar gelişmiş demektir.
47.
471. İnsan, insan olmadıkça Aslını* tanımazmış..
472. Kudreti* kendinden bilip; “- Ben” dermiş.
473. Hep bu “Benlikler*”, “Sen Ben” olunca;
474. Dünya Cehennem’e döndü de,
475. Cennetin’e geldim..
Asıl : Bir şeyin örneği değil de öz kendisi, kök kaynak.
Kudret : Yaradan’ın bütün varlığında mevcut olan ezeli ve ebedî güç.
Benlik : Kişinin öz hali.Tasavvufta > Yenilmesi gereken kötü kişilik hali.
473 : Irak Kralı / Amerikan başkanı
475 : Kubbe-i Hadranın içten görünüşü.
(Henüz çekilebilmiş bir fotograf değildir.)
İnsan sahip olduğu bu bedenin varoluş sebebini anlamayıp buna uygun davranması gerektiğini öğrenmedikçe, Allah’ın kendisinde tecelli ettiğini fark edemez. Bu sebeple de O’nun kendisi için bir kader yazdığını kabul etmeyip, her şeyin kontrolünün kendi aciz ellerinde olduğunu sanır. İnsanın nefsi yüksek oldukça, ne kendisinin ne diğer insanların O’ndan geldiğini görebilir; ne de herkesin “Bir” olduğunun farkına varabilir. İnsan Kâinat’ta her şeyin, bir tek sistemin parçası olduğunu idrak edemediği sürece, kendisini ve kendisi haricindeki her şeyi, ayrı sistemler olarak algılamaya devam edecektir. Ve ne yazıktır ki; bu sapkın düşünce, tüm insanlığın hayatını zindana çevirecektir. Aile içi meselelerde dahî söz konusu olan “Sen Ben” insan ömrünün en büyük felâketidir. İnsan aklının sebep olduğu tüm bu felaketlerden, derin üzüntü duyarak Allah’ın Cennetine sığındım.
48.
481. Ah !.. O “Sen ben” Ezdim.. Ezildi.. Ezilecek..
482. Kadere* sırt çevirmiş, kendine dönek
483. Vicdanı yalan, dili* yılan, imanı* eksik,
484. Zümre-i perişânı* ibretle* gördüm de;
485. Bin kerre kendime geldim..
Kader : Yaradan’ın ezelden bütün yarattıkları için olmasını buyurduğu haller
Dil : Gönül
Iman : İnanma, inanç, İslâm’ı kabul etme
İbret : Bir şeyden çekinmek için ders alınacak olay.
Zümre-i perişân : Karışık dağınık, kötü durumdaki halk kitleleri
481 : Atatürk / Loyuth George ve İngiliz heyyeti: Bu kişiler ve müttefik ordularının o gün “-Biz ” demeleri, Türk’lere Atatürk’ü ve cumhuriyeti kazandırdı. Onlar ise, binlerce ölü verdiler. Bugün de aynı oyun sergileniyor.
482-483-484 : Dünya üzerindeki askeri okullarda ders olarak okutulan, ancak insanlığa ders olmadığı anlaşılan, Çanakkale harbinden.
485 : Çanakkale’yi terk eden yenik düşman askeri.Kubbe-i Hadra ve Dergâh bahçesinde açan bir gül
Bugüne kadar yapılmış tüm savaşlarda, insanlığa cehennemin yaşatıldığı tüm olaylarda, kaderin O’nun tarafından yazıldığını kabul etmeyen, kontrolün kendisinde olduğunu zanneden zihniyetin cezası, gerek insanlar tarafından, gerekse O’nun tarafından verildi. Bundan sonra da verilmeye devam edilecektir. Bir insanın kendisini bilmemesi, aslının farkına varamaması, O’na karşı yapılmış en büyük dönekliktir. Allah, sadece “Ben” demeyi bilen büyük bir heyet ve milletler zümresine, tek bir fert ve tek bir millet ile de, benlikler adına, cevap verecek iktidarın sahibidir. O bu sebeple İslâm’a nice Fatih’ler ve Ata’lar bahşetmiştir. Buna rağmen bu gerçeği sınayan gönlü yalan, inancı eksik, benlikleri uğruna perişan olmuş ve YüzBinlerce gencini de perişan etmiş insanların halinden, ders aldım da; doğru gönül ve akılla kendime geldim.
49.
491. Ancak, tuhaf* hâl şu ki; ben de şu an benim.
492. Yani, Nefha-i İlâhî* ile şeklen bir bedendeyim.
493. Aslıma tezadd* bu halimle, tezadlara şahidim..
494. Bir garip* Ademim ki; çılgın Ademler içinde..
495. Huzuruna tevbeye*, istiğfara* geldim.
Tuhaf : Alışılmamış, yadırganan
Tezadd : Zıt olma hali. Bir şeyin tam tersi
Garip : Tuhaf, şaşılacak, olağandan başka
Tevbe : Bir eylemim tekrar etmemesi için alınan kararın (Açıklamaya bakınız)
İstiğfar : Yaradan’dan suçlarının bağışlanmasını dileme
Nefha-i İlâhî : Yaradan’a ait olan ve canlılara “Hu” fiili ile üflediği nefes.
495 : Konya Karaman: Hz.Mevlâna’nın valideleri bu mekânda metfundur.
Sen ben ayrımına gitmemek gerektiği doğrudur. Ancak ben birisi için “sen” isem kendim için de mecburen “ben” oluyorumdur. Ki, tuhaf olarak kastedilen hâl de işte budur. Umman’dan kopup bulut olduğumuzun farkındayımdır ama; Dünya üzerindeki herkes, aynı haldeyken bunun farkına varamıyorlardır. Ve bu hâl de aslımıza tezat durumu ortaya çıkarıyordur. Apaçık önümüzde duran bu gerçeği kavrayamamak, şiirde çılgınlık olarak nitelendiriliyor. Ve tüm insanlık bu hâlde olduğundan; kendi halimiz garipseniyor. Allah’ın huzuruna bağışlanma dileğiyle gelen şair bu çılgınlık dalgasının ister istemez bizleri de içine çektiğini savunuyor.
50.
501. Beşer* ise, Dünya’sı kendine dar geldiğinden;
502. Bir hamlede* çıkıp ömrünün mehtabına,
503. Seyir etti. Küçük Dünya’sını semalardan*.
504. O, kendini bir dev sanarken boşlukta..
505. Ben koca Kâinat’ta hiç’e* geldim.
Beşer : İnsan
Hamle : Atak
Sema : Gökyüzü
Hiç : Şiirdeki > Yokluk mertebesi, tevazu mertebesinin de altında bir mertebe
İnsanlık geceleri hayranlıkla izlediği 4 Milyar 527 Milyon yıl yaşındaki Ay’a ulaşmak için varını yoğunu ortaya koydu. Çeşitli milletler herkesten önce bunu başarabilmek için hummalı ve teknolojik bir yarış içine girdiler. İnsanlı ilk uzay uçuşunu Ay’a gerçekleştireceğini bildiren Amerika Birleşik Devletleri, kendisini Kâinat boşluğunda bir dev olarak görüyordu. Fakat Neil Armstrong ne zaman ki uzayda Ezan’ı dinledi; işte o zaman Yaradan’ın yanında ne kadar küçük olduğumuzu kavradı. Anlamaya bile gücümüzün yetmediği Kâinat bütün gizleriyle önünde uzanıyor ve bu Kâinat’ın sahibinin çağrısı kulaklarında çınlıyordu. Şair, insanın bu keşfi yaparken kendini büyük görmesini bilgisizliğine verilmesi gerektiğini belirtiyor. Kendisinin ise koca Kâinat’ta Hiç’e geldiğini söyleyecek kadar kendi değersizliğinin farkında olduğunu ifade ediyor.
51.
511. Gafildir* zaten zümre-i beşer*.
512. Bunu böyle bellesin*, kısır* beyinler.
513. Güneş’e gücü yetmeyen bîçârenin*,
514. Ay’da hırsını denemesinden;
515. Hicab* ile dolup, amana* geldim..
Gafil : (Gaflet’ten) Habersiz, dikkatsiz.
Beşer : İnsan
Bellemek : Ezberlemek
Kısır : Döl veya ürün vermeyen
Bîâre : Çaresiz, çaresi olmayan
Hicab : Utanma, sıkılma
Aman : Bağışlama, korkusuzluk, eminlik
Zümre-i beşer : İnsan cemaati
515 : Konya: Aziziye Camii
İnsanoğlu müspet ilmi sayesinde atomu parçalamanın, uzaya gitmenin yollarını bulmuş olsa bile yine de gafildir. Bilimde kat ettiği ilerlemelere bakıp da, Kâinat’a hükmedeceğini zannedenler, bunu iyice ezberlesinler. Çünkü insanlık mutlak bilgiye erişmemiştir ve erişmesi de mümkün değildir. Güneşin ateşine dayanacak araçlar yapmaya gücü yetmeyen çaresiz insanın, Ay’da kendini ispatlamaya çalışmasından, kendi adıma utandım da, bağışlanmayı dilemeye geldim.
Bölümler
halinde okumak için
<<< 06. Giriş. 08. >>>
01.02.03.04.05.06.07.08.09.10.
Açıklama.