Geldim
32. : 05. bölüm
321. İtikadımca*, olamam aslâ* düşmanı, müsbet* ilm* ile alim* olanın..
322. Aslâ, mutaassıbı* değilim, kâşif* ile keşfini* cömertçe* yayanın..
323. Hattâ, duacısıyım, insan için Kâinat’ta* müsbeti yılmadan arayanın.
324. Lâkin*, ilminin ameli* ile beşere* zulm* eden cümle* kâbih* aktanın*,
325. Kibir* ve amellerinin* zilleti* ile haşr olunacağına* itikadım* ile emin geldim.
İtikad : (Akd’den) dinen inanma, bir din veya mezhebin inanma tarafını, temelini meydana getiren inanç.
Aslâ : Olmaz olarak, hiçbir zaman, katiyen
Müsbet : Kanıtı olan, ispatlanmış
İlm : Bilme, biliş, okumakla elde edilen bilgi
Alim : Bilgin bilen
Mutaassıb : Kendi dinini, eski inançlarını,herhangi bir taraf veya takımı aşırılıkla tutan ve onun haricindekilere düşman olan.
Kâşif : (Keşf’ten) Var olup da bilinmeyeni bulan, meydana çıkartan
Keşif : Var olup da bilinmeyenin bulunup, meydana çıkartılması
Cömert : Eli açık
Kâinat : Ünivers, yaratılmış olanların tümü. (Açıklamaya bakınız)
Lâkin : Ancak, ama, fakat
Amel : Uygulama, meydana çıkartma, din emirlerini yerine getirme işi
Beşer : İnsan
Zulm : Eziyet
Cümle : Bütün, herkes
Kâbih : Çirkin, yakışıksız, ayıplı
Akta : Hayvan sürüleri
Kibir : Büyük, ulu olma hissi
Zillet : Alçaklık, aşağılık
İtikad : (akd’den) dinen inanma, bir din veya mezhebin inanma tarafını, temelini meydana getiren inanç.
Haşr olmak : Toplanmak, bir yerde birikmek, kıyamet gününde ölülerin Dünya’da yaptıklarının hesabının görülebilmesi için, tekrar dirilip bir araya gelmeleri.
321 : Uzay bilimci ve güneşteki kara noktaları bulan gözlemci Galile
322 : Atom fizikçisi Einshtain
325 : İtalyan diktatör Musolini ve şürekâsının asılması
İslâm’a olan inancımız ve doğru aklın gereği olarak, gerçek kanıtlarla ilerleyen bilimin ve onu ilerleten bilim adamlarının aslâ karşısında değiliz. Kâinat’a ait sırları teker teker keşfeden ve bu keşfini yine insanlık ile paylaşanlara da karşı değiliz, hattâ onların yanındayız. Ancak, yaptığı keşiflerle insanoğluna eziyet etmekten çekinmeyen, insan bile denemeyecek bu ayıplanası mahlûk sürüsünün, kendilerini bunca büyük görüp, yaptıklarının hesabını Kıyamet gününde vermek zorunda kalacağına dinimize olan inancımız ile emin geldik.
33.
331. Taktir-i İlâhîdir*alim* ile dahîyi* Saltanat-ı Rabb’a* meczup* kılan.
332. Nasıl duçar* olmaz, aslını aramak adına, Ol* çeşmeden sîrab* olan?.
333. Zerrenin-zerresinden* yedi-kat-göğe*, Elif-Lâm-Mim* sırları* ile yayılan,
334. Nice güzeştegânın* ilmi* ile ledün*, öyle bir silsile-i uşşakız*ki;
335. Onlar bana kâşif*, ben Onlara mekşuf* geldim.
Alim : Bilgin bilen
Dahî : Çok üstün akıllı
Meczup : Yaradan Aşkı’na tutulmuş ve bu yüzden kendisinden geçmiş olan
Duçar : Tutulmuş, yakalanmış
Ol : Şiirdeki > Halik kasıtlı. Rabb’ın halleri anlamında.
Sirab : Suya kanmış
Zerre : Mikro kozmosun en küçük bölünemez parçası
Sır : Gizli tutulup kimseye açıklanmaması gerekenler (Açıklamaya bakınız.)
Güzeştegân : Önden gelmişler. Geçmişler
İlm : Bilme, biliş, okumakla elde edilen bilgi
Ledün : Hakk sırlarını, niteliklerini konu yapan bilim. Gayp ilmi.
Kâşif : (Keşf’ten) Var olanı bulan meydana çıkartan
Mekşuf : (Keşf’ten) Keşfedilmiş, açılmış, açık, belli olan
Takdir-i İlâhi : Yaradan’ın yarattıkları hakkında aldığı ezeli kararı
Saltanat-ı Rabb : Allah-u Azim-ü Şân’ın hükümdarlığı
Elif – Lâm – Mim: Kur’an-ı Kerim-i Azim-üş Şân’dan (Açıklamaya bakınız)
Yedi kat Gök : Yedi ayrı galaksiye işaret etmektedir.
Silsile-i uşşak : (aşk’tan) En baştan en sona doğru birbirine zincirlemesine bağlı olan aşıklar sırası
Çok akıllıyı da, çok bileni de, en sonunda O’nun hükümdarlığına aşık eden yine Allah’ın İlâhi kararıdır. Gerçeğin bir kere farkına varmış, cevabını aradığı her şeyin cevaplarının O’nda olduğunu gören bir kul nasıl olurda Allah aşkına tutulmaz? Her şey aslında apaçıkken yine de insanlar tarafından keşfedilmeyi beklemektedir. Mikro kozmozun en küçük bölünemez parçasından, galaksilere kadar uzanan Hakk sırlarına ışık tutmaya çalışa gelmiş geçmiş nice yolcunun mensup olduğu bu aşıklar sırasına dahil olduğumuzdan, bizler de hem diğerleri tarafından anlaşılmak üzre, hem de açık ve aşikâr olanı anlamak üzre geldik.
34.
341. Mutaassıbın* kör gözü ile sağır kulağı, kendisinden fışkıran özü fark edemez.
342. Bu sebeble*de, Yaradan’ın* “- Sen de yarat.” emrini kabul etmez, edemez.
343. Böylece münkiri* olur, Vahdet-i Vücudun*, şirk* zannederek sanatı...
344. Ve Yaradan’ın yarattığının yarattığına, verebilir en elim* zararı diye;
345. Korkarım ki; bu taassuba*, bu babta*, bu kalemle, müsamahasız* geldim.
Mutaassıb : Kendi dinini, eski inançlarını aşırılıkla tutan ve onun haricindekilere düşman olan.
Sebeb : Bir şeyin olmasını gerektiren şey, bahane
Yaradan : Allah-u Azim-üş Şân
Münkir : İnkâr eden, kabul etmeyen
Şirk : Yaradan’a ortak koşma
Elim : (Elem’den) Acı veren
Taassub : (Asab’dan) Kısır görüş, dar görüş
Bab : Kitap bölümleri, iş, husus, madde
Müsamaha : ( semâhat’den ) Hoşgörü
Vahdet-i vücud :Yaradan yakınlığı ve O’na ulaşma. Bütün varlıkların O’nun aslından, yani Allah-u Azim-üş Şân’ın vücudundan olduğunu anlama, kavramı. O’nunla yek vücud olmaya yaşamaya inanmak.
342 : İzmir: Agora’da deniz tanrısı Poseydon toprak ve bereket tanrısı Demeter
343 : Denizli: Afrodisyas heykelcilik okulundan heykelleri müze objesi
344 : İç Ege: Maalesef ahır olarak kullanılan bir cami
345 : Suudi Arabistan: Mekke’de yıktırılan Osmanlı kalesi
Mensup olduğu dini ve Allah’ı doğru anlamadığından, Allah’ın varlığına inanıyor olmasına rağmen, her şeyin O olduğunu fark edemeyen taassup sahibi kişiler, ne yazıktır ki; yapılan sanata saygı duymamaktadırlar. Oysa sanat eseri de, Allah’ın yarattığı insanın fikrinden doğduğu için O’nun yansıması demektir. Allah, Rahim sıfatını insanoğluna bağışlamış ve Kur’an-ı Kerim’de zımnen “Sen de yarat.” emrini vermiştir. Elbette Yaradan yoktan var ederken, insan mevcutlardan var etmekte, ihtiyacı doğrultusunda icatlar yaparak ilerlemeye devam etmektedir. Yiyecek, ısınma, barınma vb. konularda hayatta kalmak için nasıl yaratmaya ihtiyaç duyuyorsak, sanat da insanî bir gereksinim olduğundan sanat eserleri yaratmak gayet doğaldır. Dünyevî veyahut ilahî hislerimizi anlatmak için şiirler yazıyoruz, besteler yapıp orkestralar kurup konserler veriyoruz, resim yapıyoruz, fotograf çekiyoruz, heykel yapıyoruz, O’nun büyüklüğüne yaraşır camiler inşa ediyoruz... O’nun yarattığı insanın vesile olduğu
tüm bu sanat eserlerinden, cami sevap olur da, heykel haram olur mu? Özellikle resim ve heykel sanatını puta tapmak, Allah’a eş koşmak olarak gören, sanatçının O’na ait bir güzel yarattığını kabul edemeyen mutaassıp kişiler Yaradan ile yek vücut olma halini inkar etmekte ve günaha girmektedirler. Allah’ın can verdiği insanın, yarattığı sanat eserine yine en büyük zararı mutaassıp insanlar verebilir diye, bu kısır düşünceyi hoş görmüyoruz. Ancak sanat adı altında insanın aklına, ahlâkına, cinsiyetine ve ruhuna zarar veren her türlü icraatın da kuşkusuz ki, karşısındayız.
35.
351. Ancak, sanattan çok başka endişelerle* yaptığına taparsa asrımızda beşer*.
352. Allah’ı ile arasına koyar, koydurursa; olmadık olamayacak bir eser*.
353. Bu TEK DİN* peygamberlerinin kitaplarında yeri olmayan, “o mantıksız şey*”
354. Bir mania* gibi dikilir de engin vüs’atın* ortasında, körelir ise; rüyet-i beşer*
355. Endişesi ile bu hıyanet* amil(ler)ini* matlub* üzre, davete geldim...
Endişe : Kaygı
Beşer : İnsan
Eser : Sanatsal değeri olan yapıt.
Mania : Engel
Vüs’at : Boş meydan, alan, genişlik, boşluk
Hıyanet : Hainlik
Amil : (Amel’den) yapan, işleyen, etken
Matlub : (Talep’den) İstenilen aranılan, doğru olan şey
O mantıksız şey : Bütün putlar ve haç gibi dinî simgeler ( Açıklamaya bakınız. )
Rüyet-i beşer : İnsanlığın görüşü
Tek Din : Allah-u Azim-üş Şân tektir. Dolayısıyla O’nun Dini de tektir. Kitaplarını mantığı da tektir. Kullar bu mantığı anlamayacak niteliktedir. (Açıklamaya bakınız.)
Hz.Meryem : Bu satırda Hz.Meryem görselinin kullanılmasına sebep: Hem kendisinin İslâm camiasından gördüğü derin saygı ve sevgiye nişane olması, hem de Onun dahî, put ile ilgisi olmaması sebebi iledir.
355 : Vatikan / Selçuk: Meryem Ana türbesinden. Asırlar önce Hz.Meryem’in bu mekânda karar kılmasının esas sebebi bu toprakların İslâm olacağı ve kendisi de İslâm’dan çok büyük saygı göreceği içindir. Bu durum esasen İsevîler için ciddi ve büyük bir işarettir.
Ancak insan, yarattığı esere sanattan başka anlamlar yükleyerek onu putlaştırmamalı, dininin sembolü haline getirip, adı her ne olursa olsun; o putları ibadethanesine koymamalıdır. İslâmiyet’te caminin mihrabında ne bir simge, ne de Hz.Muhammet’in resmi bulunur. Çünkü İslâmiyet “Allah’tan başkasına secde etmeyeceksin. Tapmayacaksın” der. Kâbe’deki putların ortadan kaldırılmasının altında yatan asıl sebep de budur. Zira insanın Allah’tan başka hiçbir şeye, maskota ihtiyacı yoktur. Buna rağmen, Hz. İsa ve üzerinde can verdiği çarmıh, ibadethanelerde yer almakta ve ne yazıktır ki putlaştırılmaktadır. Orijinal İncil’de bu şekilde bir uygulamadan bahis edilmemesine rağmen, çok muhtelif yönlü amaçlar uğruna, insanları aldatarak cemaatleri bu küfre alet etmek, ancak çılgın bir vicdan ve aklın eseri olabilir. Hz.İsa’dan sonra son kitabın Hz. Muhammed tarafından insanlara tebliğ edileceği, Kâinat’a şamil olan bu inanca herkesin doğuştan mensup olacağı gerçeği, tabiki orijinal İncil’de belirtilmiştir. Oysa Allah’ın Hz.İsa vesilesiyle yolladığı kitabı değiştirme cüretini aynı çılgın akıl ve vicdanla kendinde bulan din adamları, bu gerçekleri gizlemiş ve asıl İncil’i kapalı kapılar ardına hapsetmişlerdir. İnsanlığın Allah’ına varma yolundaki en büyük hakkını böylece elinden alanlar, en büyük günahın sahipleridirler. Ve bu gerçeği bilmelerine rağmen, ne yazıktır ki; maddî, manevî ve siyasî sömürülerine devam edebilmek, kazandıkları ancak dini açıdan ahlâk dışı bu itibarı devam ettirebilmek amacıyla, halâ insanlığın görüşünü kör edici engellemelerine devam etmektedirler. Bu hainliği yapanları doğru yola sevk etmek üzre davete gelinmiştir.
36.
361. Allah’ım Senin emrin ile ne denli, ihtiyacı yok ise; remze* adem* olanın.
362. O denli de bir mürşide* müştâktır*, Bu vadide* yol almakta bulunanın.
363. İşte Mürşid*.. İşte Kitap.. İşte Din.. İşte Akıl.. İşte sen ve Allah..
364. Ey gül yüzlüm, gönlüne hele bir bak.. Göreceksin, Kadir-i Mutlak*
365. Nasıl kurmuş, orada bir mihrab*ki; O’na mecnun* ihtirama* geldim..
Remz : Simge. Meramı gizliden bir işaret ile anlatmak. Danışıklı gizli bir anlamı olan resim, harf, simge, put.
Adem : Şiirdeki > İlk insana teşmilen (benzetme yolu ile) insanın kastı
Mürşid : (Rüşt’ten) İrşat eden , doğru yolu gösteren kılavuz.
Müştâk : Özleyen, göreceği gelmiş olan, can atan
Vadî : İki dağ arasındaki dere yatağı. Nehrin aktığı yer. Yatak
Mihrap : İbadethanelerde karşısında durulan yer. Ümit bağlanılan yer.
Mecnun : (Cin’den) Aşk yüzünden kendini kayıp etmiş, divane
İhtiram : Saygı
Kadir-i Mutlak : Her şeyin ve işin üzerinde kesin kudret ve kuvvetin sahibi olan
362 : Hz.Mevlâna’nın hocası, Şems-i Tebrizî Hazretlerinin kavuğu
363 : Gece türbe külliyesi / Müze objesi, Mesnevî ve Kuran-ı Kerim
Kulun Yaradan’a inanması için ne bir puta ne de başka bir şeye ihtiyacı vardır. Bununla beraber Hakk yolunda ilerleyen kimsenin, Allah ilmini bilen bir yol göstericiye gereksinimi vardır. Elbette Allah ile kul arasına kimse giremez. Ancak Allah’ı, O’nun hakkında sahip olduğumuz bilgisi dahilinde sevebildiğimizden kıt bilgi sebebiyle sadece sezgisel bir sevgiyle yetinmektense, O’na ilmen ve aklen yakınlaşmak için, bize Allah ilmini öğretecek bir yol gösterene ihtiyaç vardır. İşte yolu gösteren kılavuz, işte uymamız gereken kuralları belirten Kur’an-ı Kerim, işte Kâinat’ın dini Müslimanlık, işte tüm bunları idrak edebilmemiz için O’nun bize bağışladığı akıl, işte biz ve Allah... Her birimiz gönlümüzde O’nunla başbaşayız. Herkesin gönlündeki, kendi ölçülerine göre kurulmuş bir mihraptır. Herkes kendi gönlündeki o mihraba yönelerek sever Allah’ı. İlim irfan sahibi kişiler o mihrabı daha iyi kavrayarak, Allah’a karşı ziyade saygılarını göstermekle sorumludurlar. Bu sebeple şair, o saygı boyutunu da aşarak, aşk yüzünden divane oldum da o mihraba ihtirama geldim diyor.
Bölümler
halinde okumak için
<<< 04. Giriş. 06. >>>
01.02.03.04.05.06.07.08.09.10.
Açıklama.