Geldim
AÇIKLAMALAR:
An
Yaradan’ın bir anı bizim 50.000 yılımızdır. Kâinat O’nun 7 gününde yaratılmıştır. Buna göre: Bunca zamanda var edilen bir bütünün ömrü de çok uzun olmalıdır.
Bu vasıflar
Şerîat : Hz.Allah buyruklarının tümü... Kelime Manâsı > Su içilecek yere giden yol < demektir. Bundan ötürü de Müslimanlar’ın gitmeleri gereken yolu işaret eder. Şerîat: Hz. Kur’an ve O’nun hadisleri ile belirtilen İslâm dininin kuralları ve hukukunun bütünüdür.
Tarîkat: Hz.Allah bilgisini elde etme, Hz. Allah’a kavuşma yolu.. Arapça yol anlamına gelen > tarik < kelimesinden üretilmiştir. Bu yolda Hz. Allah’a ulaşma yolları, genellikle ikiye ayrılır: Zikir, halvet, sohbet, tesbih çile gibi eylemsel yolla veya manevî ve ruhî yollar. Bu uslûp da genellikle, tevbe, muhasebe, havf ve reca, sıdk, ihlâs, sabır, vera, zühd, rıza, tevekkül şeklindedir. Ancak bu iki yolun da takibi esastır. Bunlar ikmal edilirken, derviş de merhaleler kat ederek Rabb’ine ve O’nun Rahmet kapısına ulaşıp, O kapıyı çalmak saadetine erişebilir. Tabiî bu mevzular, burada izah edilemeyecek kadar geniş mevzulardır. Bu sebepten dolayı, konu ile ilgili etraflı bilgi veren bazı kitapları okumakta fazlası ile yarar vardır.
Hakîkat: Tasavvuf dilinde gerçekliğe ulaşma aşamasıdır.. Tasavvufçulara göre Dört aşama vardır. Şerîat, Tarîkat, Hakîkat, Marifet. Üçüncü aşama olan Hakîkate ulaşıldıktan sonradır ki; Marifete varmak mümkün olabilir. Şerîatı ikmâl edip,Tarîkata girerek Hakîkate erişen dervişlere, Hakîkat ehli denilir. Hz.Allah’ın varlığında çoklukları tek olarak kavrama aşaması olan bu evre, Hakîkat-ül-hakayik > Ahadiyyet merhalesi < dir. Yani bütün gerçekleri toplayan, tek gerçekliktir.
Ma’rifet: Tasavvuf dilinde, şeriat ile tarikatı birleştirme.. Aslında >bilgi< manâsına gelen ve bu manâda >hünerlilik< kavramını da dile getiren, bu Arapça terim, tasavvuf dilinde Hz. Kur’an’ın dış manâlarını da dile getiren şeriat deyimi karşılığında kullanılır. Bu manâda marifet ehli, tasavvufçulardır. Çünkü Şeriatla, kesin Hz.Allah bilgisi olan Hakîkati birleştirmeyi başarmışlardır. Daha açık bir deyişle: Hz. Kur’an’da mahfuz kelimelerin iç manâlarını da öğrenmişler ve Hz.Allah ile birleşmişlerdir. Lütfen bu kısa açıklamalarla yetinmeyin.
DoksanDokuz
Esma’-ül hüsna’yı kasıt eder. Esma’-ül hüsna, Halik’in tesbih taneleri ile de anlatılan, DoksanDokuz ayrı ismidir. Esma’-ül hüsna, El Rezzak: Rızk veren, El Kahhar: Kahreden, El Settar: Setreden, örten gibi vasıfları içermektedir. İslâmîyyet Allah-u Azim-üş Şân’ı idrak babında, bu isimler de dahil olmak üzre, bir çok bilgi ile mücehhezdir. Hakk ve O’nun bütün kullarına hak gördüğü İslâmiyyet’i anlamamak için, hain zalim ve katil olmak gerekir. Katil olmak için elbet birilerini katletmek gerekmez. Cemiyetleri telef etmek de aynı şeydir.
Döl bilgisi
DNA ve benzeri silsile bilgileri. Her döl kendinden yedi göbek evveline kadar olan çok önemli bazı bilgileri içerir. Buna göre: Doğan her kişi, sadece anne ve babasının değil; yedi göbek öncesine kadar bazı bilgileri de taşır. Bu duruma hastalıklar da dahildir. Her beyin, sonraki nesillere iletmek istediği her bilgiyi döle yüklemek suretiyle iletebilir. Bu sebeple uzuv ve kan nakillerinin, hukuken gözden geçirilmesi konusunda, yarar görenler bulunmaktadır. Derin düşünüldüğü zaman, kan ve uzuv nakli esasen yapılması yanlış olan bir işlemdir. Çünkü, bir başka aileye ait olan tüm şifreler, bu şekilde, ait olmadığı bir bedene hükmetmektedir. Ve tıpta böyle rahatsız edici vakalara da maalesef çok rastlanmaktadır.
Ebcet
Arabî harflerin her birine bir rakam verip, bunlara göre yapılan hesaplara denir. Ayrıca bu hesapla astroloji ile ilintili olarak çok zor ve değişik bazı çözümler de elde edilebilir. Kaldı ki; tüm Kur’an-ı Kerim Arap harfleri ile yazılmış olduğundan; ayrıca bu rakkamlara göre de ayrı ve derin manâlar ifade etmektedir. Mısır piramitleri de bu hesaba göre yapılmıştır. Bugün müspet ilm bu matematiği çözmeye çalışmaktadır. Kur’an-ı Kerim-i Azim-üş Şân, bu yönden de tercüme edilemezlik, ama yorumlanabilirlik durumundadır.
Elif – Lâm – Mim
Kur’an-ı Kerim-i Azim-üş Şân’dan:
Elif: Ebcet hesabına göre 1 rakkamını ifade eder. ( a )
Ayın: Ebcet hesabına göre 70 rakkamını ifade eder. ( â )
Lâm: Ebcet hesabına göre 30 rakkamını ifade eder.
Ay için: Şevvâl ayına işaret eder.
Mim: Ebcet hesabına göre 40 rakkamını ifade eder.
Ay için: Muharrem ayına işaret eder.
Bazı konularda: Malûm, mevcut veya bitti anlamındadır.
İslâm
(Selâm’dan) Yaradan’ın sonsuza kadar son olacak son dini. Tüm dinlerin kubbesi. Hepsinin en mükemmeli. Allah-u Azim-üş Şân’ın bütün kulları için son kitabı ile kaim olan ve Kâinat içinde doğan insanların bu dinle doğmasını emrettiği din. Vaftiz, bilindiği gibi, Müsliman doğanların dinlerinin bir geri dine gerileştirilmesi işlemidir. Zira, İslâmiyyet öncesi bu anlamda vaftiz yoktur. Halik, Mahşer günü İslâm olmayan kullarına, mealen şu şekilde sual soracaktır. “- sen ki, benim dinim olan bir dinden ve İslâm-ı kâmil olarak doğdun. Ancak içinde bulunduğun topluma uyduruldun veya uydun. Ve fakat Sen neden reşit olduğun gün, aslını araştırıp, tekrar İslâm-ı kâmil cemaatine katılmadın?.. Ahdine vefalı davranmadın... Neden?!.”
Kâinat
Bilindiği kadarı ile ortalama İki, Üç milyar yıldızdan oluşan Yedi galaksi, Yani OnBeş, Yirmi Milyar yıldız kitlesidir. Yaklaşık OnBeşBin ayrı Dünya’da gelişmiş insan hayatı mevcuttur. Tabiî gezegenimizi ziyaret eden kardeşlerimiz vardır (UFO). Söz konusu galaksilerin dışında bir kap veya dış kabuk ve yaratılmış olanların hepsi Kâinat olarak adlandırılır. Meselâ, Kâinat’ı ayrı ayrı galaksileri, Kürsî denilen dış kabuğu, atom denilen sıklet merkezi ile bir nar meyvesi gibi düşünebilirsiniz.( Neden nar? Çünkü zarlarla ayrılan bölümleri iki ayrı değerde dış kabuğu ve yere bakan yönünde tacı olması dolayısı ile nar. Aynen narın içinde olduğu gibi, Kâinat’ta galaksiler ayrı ayrı bölümlerdedir. Kürsî dediğimiz Yaradan’a ait makam ise; Kâinat’ın altında durmaktadır. Aynen olgun bir narın yere bakan taç kısmı gibi... Ve bütün var olanlar, aynen nar kabuğu gibi bir muhafaza içindedir.
Kıyamet
Esasen Dünya için değil Kâinat içindir. Dünya henüz tüm ömrünün 1/3 nispetini kat etmiştir. Ancak her Dünyalı, kendi Dünyasını yok edebilecek iktidardadır. Ve zaten bunu da yapmayı, çok ciddi bir ısrarla denemektedir. Birinin muvaffak olması işten bile değildir. Ancak bilinmelidir ki; Yaradan’a dair kıyamete müthiş uzun bir zaman vardır.
Kubbe-i Kâinat
Galaksilerden oluşan, galaksiler ötesi olan Kâinat’ın dış kabı.Yaradan’ın tahtı, Kürsî. İlmin gücü şu anda Üçüncü galaksinin ilk yıldızına varmış durumda. Kürsi’ye varılabilmesi için, ilm ve insanın önünde çok uzun bir zaman, araçla yakıtla gidilemeyecek akıl dışı mesafe vardır.
Münakalât
Yazar, kontrolsüz ve kanunlarla belli bir zapt-u rapt altına alınmamış olan, internet veya medya araçları gibi bütün bilgi-iletişim-bileşim-bilgileşim güçlerinin nimetlerini inkâr etmemekle birlikte, 1970 senesinden beri, bu tür kolektif imkânların Dünya'ya felâketler getireceği, kesin inancı içindedir. Kaldı ki; bu güç, bütün Dünya milletleri ve kültürlerinin kullanabildiği bir güç olduğunda; o gücün Dünya ve insanlığın başına ne tür felâketler getirebileceğini kestirmek dahî mümkün değildir. Aslında bu sistem, verimli ve akıllı kullanıldığı zaman, elbet yararlıdır. Ancak Dünya'ya hükmetmek isteyenlerle, maceraperestlerin veya kumar-fuhuş mafyası ile anarşist akımların elinde, bu gücün, ne büyük tehlike olduğu, zaten ve artık çok bellidir.
Necef
Asıl anlamı tepe demektir. Kûfe civarındadır. Hz. Ali Efendimizin mezarının bulunduğu yerdir. Keza, Hz. Ali Efendimiz bütün tariklerin başı sayılır. Ve tarikatların bütününe Turuk-u Ali denilir. Turuk kelimesi tarik kelimesinden gelir. Tarik yol, turuk ise yollar anlamındadır. Turuk-u Ali, Ali’nin yolları anlamındadır. Bu yollar yani tarikatlar aslen bir düzinedir. Kadirîlik, Bektaşîlik, Sadîlik, Mevlevîlik vbg.
O mantıksız şey
Bütün putlar ve haç gibi bazı dinî simgeler. Ayrıca din ve/veya devlet düsturuna karşı, kullanılan putlaştırılmış simgeler. Hepsi Yaradan katında sakıttır. Ve bunların ne yazık ki, çoğu da Rabb’a karşı küfürden ibarettir. Acı olan, “sevap yapıyoruz” zannı ile küfre düşmektir. Bu itibarla her tür simgeden uzak durmamız gereği vardır. Buna Müsliman erkeklerinin camilerde giydiği aslen Yahudi takkesi olan beyaz şapkalar da dahildir. İslâm’da böyle bir takke aslâ yoktur.
Rebap
Farsça’da bulut anlamındadır. Aslen bir Hint sazıdır Bu sazı Hz.Mevlâna Türkiye’ye getirmiş, kendisi de hayatı boyunca çalmıştır. İlk zamanlar kısmen mıtrıp tahtasına çakılı olarak çalınır ve rezonansın ahşap tabana kısmen dağılması sağlanmaya çalışılırdı. Bu hiç de kolay bir yol değildi. Sonradan bestekâr Rebabî Eyyubî Mustafa Sunar ile bestekâr ve rebabî Sabahaddin Volkan bu saz üzerinde tadilât yaparak, bu sazı çok daha rahat çalınır bir hale getirmiş olmalarına rağmen, bazı muhafazakârlar bu çağdaş rebabı beğenmeyip, sonradan yine eski tarza yakın bir saz icat etmişlerdir. Bu sazı bütün dönemlere göre, en iyi çalabilen kişinin Sabahaddin Volkan olduğu konusunda, herkes müttefiktir.
Secde-i daim
Bu hâli, tabii hâl olarak kendisi için benimsemiş olan bir şahıs, her hal-ü kârda bu durumunu sürdürebilir. Bazı mutaassıp görüşlülere ters gelecek olsa da; bu halin sevişme sürecinde dahî devam edebilmesinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bu hâl ancak inzâl (deşarj) hâlinde geçerli olamaz. Zirâ, inzal hâlini yaşayan her türlü canlının tüm aklı, tüm bedeni ve istisnasız bütün zerratı >tek bir an için< Yaradan’ı zikretmeyi unutur. Gusül abdesti alınmasının iki ana sebebi de, bu olumsuzluktan dolayıdır. Gusül abdesti hem hücrelerin tekrar hava ile temasını sağlar, hem de aklî ve manevî temizliği.
Sır
Gizli tutulup kimseye açıklanmaması gereken bilgi. Halik, Kur’an-ı Kerim, Peygamber Kâinat ve düzen ile ilgili bütün gizli tutulanlar, gizli kalanlar ve gizli kalması gerekenler. İnsan aklının alması mümkün olmayan olamayan işler.
Şems-i Tebrizî Hazretleri
Tebrizli Hazret-i.Şems. Kendisi Hz. Mevlâna’nın en sevgili dostu ve hocasıdır. Ne hazindir ki; bu >Allah sevgililerinin< aralarındaki İlâhî ilişkiyi anlayamamış ve bu ilişkiyi iptizal ile itham etmiş ve halâ da bu iddialarda bulunan zavallı kişiler mevcuttur. Bu kişilere şu zamana kadar sorulmamış olan esas sual şudur: Yemeden, içmeden, tuvalete dahî gitmeden, OnSekiz gün süren, bir halvet halinin, ne tarafında çarpık bir ilişki veya seks söz konusu olabilir? Bu ithamda bulunan kişiler acaba kendi cinsleri veya karşı cinsleri ile aynı sürenin ¼’i kadar bir süre, iddia ettikleri şartlarda, yani seks yaparak yaşayabilirler mi? Bu durumu bir kez dahî muhakeme edememek ve rast gele fikir yürütmek, asıl iptizal değil de nedir?..
Tek Din
Allah-u Azim-üş Şân tektir. O’ndan dolayı O’nun Dini de tektir. Aksini iddia etmek sadece O’na karşı küfürdür.
Kısaca: Bütün semavî dinler aslında tek bir dinden ibarettir. Şeklen var olan bu dinler İslâmiyyet ile noktalanmış olup, esasen birbirlerini takip eden aşamalardan ibarettir. Bu sebeple de, tüm insanların iman etmesi gereken son ve de tek bir Allah Dini vardır. Bu tek din de, diğer dinleri zaten içinde barındıran İslâmiyyet’tir. Daha doğru bir deyişle bu dinler ilk orta lise şeklinde tecelli etmiş, Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz ve Kur’an-ı Kerim-i Azim-üş Şân ile de din yapısı, bir anlamda üniversite vuzuhuna erişmiştir. Kaldı ki, bu duruma Vatikan’da mahfuz olan ancak halka açıklanmayan orijinal İncil’de dahî, işaret olunmaktadır..
İnsanlar dahî, insanlar için bir üniversite tahsili istemektedirler. Allah-u Azim-üş Şân da, kullarına dininin en son şeklini lâyık görmektedir. Ve elbet bir üniversite tahsili için şart olan diğer basamaklardan insanlık zaten geçmiştir. Şayet bu mesele, bir Kâinat ilminin tahsili ise, beşeriyyet bu konuyu fazla uzatmadan, Allah-u Azim-üş Şân’ın aklına, Allah-u Azim-üş Şân’ın mantığına ayak ve gönül uydurmakla yükümlü ve sorumludur.
Yani asırlarca önce insanlığın üniversiteye geçmesi gerekmekteydi. Beşeriyyetin, ısrar ile orta veya lise tahsili sürecinde kalmasında hiç bir mantık manâ ve Îlâhi bir zaruret yoktur. Bu durum, beşer aklına uymadığı kadar, Allah-u Azim-üş Şân’ın aklına da, din mantığına da uymamaktadır. Zira din, esasen bir ilmdir. Ve beşerin tekâmülü içindir. Din bir takımı veya bir politik kesiti veya bir siyasi rejimi temsil etmez. Din Allah-u Azim-üş Şân’ın buyruğu ve kulun en mukaddes rehberidir. Her yeni ve modern ürün, insan tarafından nasıl kabul görüyorsa; mantıken semavî din yapısının, bu üniversal bölümünün de, bütün cemiyyetler ve insanlarca çoktan kabul görmüş olması gerekmekteydi..
Ayrıca, Kur’an-ı Kerim-i Azim-üş Şân da, daha önceki kutsi kitaplar gibi, tamamen O’nun kitabıdır. Kaldı ki; O’nun son kitabıdır. Bütün din adamları, bu gerçeği bildikleri halde, İslâmiyyet’i kabul etmeme ısrarları, sadece ve maalesef, diğer din müesseselerinin hegemonyasının yıkılmaması ve istismarların beşeriyyet üzerinde devam edebilmesini sağlamak içindir.
İşte bu sebeple: Cenab-ı Hakk’ın cemaati, din adamı kisveli birkaç kulun menfaatleri için, maalesef ve şeklen, çok dine ve mezhebe bölünmüştür. Din adına bundan daha büyük bir hata ve Yaradan indinde, Kendisine karşı yapılmış daha büyük bir günah olduğunu düşünmem. Düşünemem. Zira Müsliman doğmuş ve kemâlâta ermeye gönüllü milyarlarca insanın, başka dinden veya mezhepten olduğu konusunda, kandırılmış durumda bulunmasını, kimse düşünmek istemez. Ayrıca çok ciddi bir insanlık suçu olan bu ameli de, kimse beşeriyete karşı işlemek istemez. İstememelidir. Ve bu suçtan dolayı da, aklı başında olanlar Yaradan huzurunda, O’na cevap vermeyi herhalde dilemezler. Zira, Yaradan’a verilebilir tek bir cevap yoktur.
Bütün bu gerçeklere rağmen ve halâ, bir çok misyoner ile verilen çabaları da anlayamıyor ve biz Müsliman’lar bu gelişmelere hayretle bakıyoruz. Bu din simsarlarına göre, tevbeler olsun ki; “Ulu Tanrı’nın” reklâma ve tanıtıma oldukça fazla ihtiyacı olduğunu hayretle görüyoruz.
Aynı bu karmaşık mantık, büyük bir hata daha yapıyor. Hepimizin manevî varlığı önünde, huşu ve saygı ile eğildiğimiz bir melek anneye, Hz. Meryem gibi bakîr ve pak bir peygamber annesine, meşru koca ve onun çocuğuna, Hz. Allah’tan daha muhteşem bir baba arıyor. Böylece bir peygamber anası ile bir peygamberi bu abes mantığa istinaden “sümme haşâ fahişe ve piç” ilân etmekte hiçbir sakınca görmüyor. Böyle bir mantığın Evrenselliğe dönmesi, kolaylıkla mümkün olabilecek bir iş midir?!. Bunu bilemem. Ancak bildiğim odur ki; Elhamdülillah Hz.Meryem, İslâm ve Türk topraklarında, İslâm’dan lâyık olduğu hormeti görerek, ebedî istirahatgâhında metfun.Himmetleri her daim üzerimizde olsun.
Siz sofranızdan evlât ve ailenizi ayırdınız mı? Ki, Allah Sizleri ziyafet sofrasından ayırsın?.. Sadece var olduğu zannedilen ve bu zanda da ısrar edilen, din ve mezhep ayrılıkları sebebi ile beşeriyyetin bu zamana değin, başına gelmeyen kalmamıştır. Kısaca İslâmîyyet’in bir bütün olduğu anlaşılamaz ise; beşeriyyetin başına daha çok felâketler de gelecektir.
Sadece din çevrelerinin değil, daha nice çıkar çevrelerinin, bu ayrılık yüzünden çok ciddi menfaatleri vardır. Ancak, milletlerin normal vatandaşlarının, bu ayrılık sebebi ile hiç bir menfaatleri ve yararları yoktur. Tam tersine çok ciddi zararları vardır. Sonunda savaşan Onlardır. Teröre maruz kalan Onlardır. Sürünen veya ezilen Onlardır. Hattâ hangi dinden olurlarsa olsunlar; ellerinden hakları alınan yine Onlardır. Ölen veya sakat veya öksüz yetim kalanlar da Onlardır. Ve sonuçta kendi Allah’larına, yaşadıkları dinleri sebebi ile cevap verecek veya veremeyecek olanlar da yine Onlardır. Çok kısıtlı bir zümrenin Yaradan’ın cemaatine bu mezalimi reva görmesi düşünülemeyecek kadar büyük bir günahtır.
Çünkü, her kulunu Kendi Dininin en son şekli ile müzeyyen yaradan Rahim ve Gafur olan Allah-u Azim-üş Şân tarafından, mahşer gününde sual, İslâm kemâline ermemiş kullarına açıkça adilce ve mealen şu şekilde sorulacaktır. “- sen ki, benim dinim olan bir dinden ve İslâm-ı kâmil olarak doğdun. Ancak içinde bulunduğun topluma uyduruldun veya uydun. Ve fakat Sen neden reşit olduğun gün, aslını araştırıp neden tekrar İslâm-ı kâmil cemaatine katılmadın?.. Ahdine vefalı davranmadın... Neden???”
Tabiî burada Yaradan’a karşı meşru bir mazeretin olması veya bulunması mümkün de değildir. Bilgisayardan uçağa, atomdan internete kadar bulan, bilen ve kullanan, her bir şeyin en son modelini kendi emrine amade kılan insan, nasıl olup da? Kendisinin hangi dine ait olduğunu veya en son dinin ne ve nasıl olduğunu araştırmaz?!. Ya da kendisini, nasıl olup da (?) esasen ait olduğu yere, yani İslâmîyyet’e lâyık göremez. Bu durum beşer için hazin bir durum değil midir?
Bu ifşâatta veya açıklamada bulunmamız acaba gerekli bir iş miydi? Evet.. Gerekli bir işti.. Şayet bu mühim gerçeği içinde yaşadığı şartlar sebebi ile bilmeyene, edepli bir şekilde bildirmeseydik; Allah-u Azim-üş Şân’ın kullarına, yani aslen Müsliman doğan ve Müsliman olan din kardeşlerimize, yardım etmiş olmazdık. Biz böyle dürüst bir davranışı, Allah-u Azim-üş Şân’ın kullarına karşı yapılmış olan, en büyük ibadetlerden kabul ederiz. Siz dahî öyle kabul ediniz ve lütfen böyle davranınız.
Çünkü misyonerliğe gerek duymayan, hiçbir ferde veya zümreye din baskısında bulunmayan Müsliman akıl, Bugüne kadar Hz. Meryem’in ırzına, Hz. İsa’nın haysiyetine ve Yaradan’ın kullarına karşı yapılan ihanetlere ve alenî baskılara, belki de hiç karşı çıkmadı ama, devamlı soy kırımlara varan, bu tür akıl dışı davranışları da, mezalimleri de esasen hiç hoş görmedi. Hiç hoş görmez. Hiç de hoş görmeyecektir. Ta ki, insanlık O Tek Din’in zirvesine, kendi dininin üniversitesine, yani bütün Kainat’ta olduğu gibi, İslâmiyyet’e kavuşana dek.. En büyük dileğim, Rabb’im beşerin bu gerçeği kavramaya başladığını bizlere göstermeden, bu kitaba emeği geçenlerin canlarını almasın.
Tevbe
İslâmiyyet’te mevcut olan tevbe imkânı, kul için büyük bir nimettir. Ayrıca İslâm günahın da sevabın da gizli kalmasından yana olduğu için, tevbe kul ile Yaradan arasında bir sır olarak kalmaktadır. Oysa, günah çıkartmak bu duruma eşdeğer bir hâl değildir. Perdenin arkasındaki önündekini görmekte ve cemaatinin içinde kimin suçlu kimin zanlı olduğunu bilmektedir. Kaldı ki; bir kulun, başka bir kulu, başka bir kul veya olay için bu şekilde affetme imkânı da söz konusu olamaz.
Zerre
Şu an için pratikte atom olarak kabul edilmekle birlikte, elbet onun da içinde gök kadar başka derinlikler mevcuttur. Şu çok açıktır ki; insan oğlu makro kozmosun derinliklerine çıkabildiği nispette, mikro kozmosun da derinliklerine inebilecektir. Ancak her ikisinin de içine ve derinliklerine ulaşmak sanıldığı kadar kolay değildir. Keza bir zerrenin büyük ve korkunç gücü açıkça bellidir. Kıyamet ancak o zerrenin en ufak bölümü parçalandığı gün kopacak olsa gerektir. Zira, bugün bilinen atomdan daha da iç zerre bölümlerine inildiğinde; karşımıza bir partikül atom gücünden, belki de 64 ya da 128 misli daha büyük bir güçle karşılaşacağımız gerçeği, şu çıplak aklımızla bile ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu gücün aslında ne olabileceği hususunda kimsenin net bir fikir beyan edebileceğini zannetmiyorum. Kaldı ki; bugün için mevcut medeniyetimiz, atom enerjisini bile sürekli olarak kontrol altında tutabilecek kudrette değildir. Bir reaktörde her an her şey olabilir. Bununla birlikte, yine de
medeniyetimiz, atom çekirdeği ve de bu çekirdeğin içinin ilk kısımları hakkında bir bilgi sahibidir. Kısaca 70’li yıllar itibariyle, uzayda üçüncü galaksi, atomda da üçüncü iç yapı iyi kötü bilinir durumdadır. (Bu kitabın yazılmasından Otuz yıl sonra bugün 3.Milenyum’da bu bilgi çok daha ilerlemiş durumdadır. Biz zerre için , bölünemeyen en küçük mikro kozmos diyelim.
Şiirin Mealen açıklamaları yapan yazar notu: Şaylan Yılmaz
Ben bu yapıtın işlem safhalarında, Düşünürün sağ kolu gibi hareket etmeye memur ve mecbur olduğum için; yaptığım bana özel bu yorumda, pek hatalı olduğumu sanmıyorum. Tabii bu şiir çok kişiler tarafından çok kereler yorumlanabilecek kadar derin ve değerlidir. Ben ayrıca bu şiirde söylenmeyenlerin, görsel desteklerinin de kurgu mantığını bildiğimden, o mantığa da istinaden, belki de şiir dışı yapılmış olan bütün tartışmaların neticelerini de, burada yer yer Sizlere aktarmakta, bir mahzur görmedim. Hattâ bu tavrımın, özellikle benim gibi genç izlerler için, daha da yararlı olacağını tahmin ediyorum.
Bu duruma bir örnek vermem gerekirse; 48. kıtada söylenen Sen Ben görselleri İngiliz heyeti, sonra da Atatürk’tür. Bunun sebebi açıklamaya konulmuştur. Keza, 68 kıtada da Fatih’in görüntüsü vardır. Bunun da sebebi açıklanmıştır. Oysa bu kültüre sahip olmayanlar, eserin fotograf sözlüğüne rağmen bu görüntüler ile sözleri yanlış değerlendirebilirler. Veya bağdaşık bulamayabilirler. Hattâ Atatürk ile Fatih’e hak ettikleri iltifatta bulunan bu ekibin çalışmasını hakaretmiş gibi de algılayabilirler. Zira düşünürümüzün bir değişine göre “Millî kültüründen kopmuş kopartılmış milletler, milli kültürlerini ve sîmalarını korumak adına, Onlar için en büyük felâketleri yaratabilirler..”
Keşke ben de Düşünürümüz gibi çocuk yaşta Mesnevî okumuş olsaydım. Bunu bütün gençlere tavsiye ederim. Ayrıca Mesnevi’nin dili çok açık ve akıcı. Mesnevî’i ben şimdi (25) okumaya başladım. Ayrıca bütün gençlere bu kitabı okumalarını da tavsiye ederim. Onların yarınları için kendilerine güzel bir ışık olacaktır, tahmin ederim.
Evet, ben de aslında kimim ki? Bu görev bana verildi.. Kul olana kusursuzluk ne mümkün? İnşâallah böylesi zor bir görevde, benim de bir kusurum fazla olmaz.
Redaktör Notu: Özlem Serpil Yener
1) Her gün okunan ve yazılan türden bir yazı olmadığı için, her incelemede tekrar tekrar hatalar bulmak bizleri ürkütüyor. hata aramak adına okurken, farkına varmadan mana denizine dalınca, insanın gözü hata göremiyor. Lûtfen mazur görünüz.
2) Bu şiirin 77 bölümden oluşuna sebep 7 kat gök ve 7 kat yere işaret edişidir.
3) Dünya’nın hiçbir milleti, alfabe, harfler, imlâ kuralları ve işaretler ile bu kadar fazla oynamaz. B harfinin yerine P harfi veya D yerine T harfi veya bunların tamamen tersi, her lügat ve kılavuzda başka başka yazılımlar, olmaz. Olamaz. Bu kitap kaleme alınırken, bu durum, tercih ve karar verme konusunda bizleri çok zorlamıştır. Çok eminiz ki; aşağıdaki harfler olmadan, ciddi bir Türkçe yazımı bile mümkün değildir. Kaldı ki, mevcut işaretler eksik olduğundan; yanlış da kullanılmaktadır. Bazı misâller vermemizde yarar olacaktır.
Aa - Uu - İi : Normal okunan Ââ - Ûû - Îî : İnce okunan< Aa - Uu - Ii: Uzun okunan
Ata - Ata’ > Alem - Alem > Aşkar - Aşkâr ( Bu hali ile A doğru oluyor.)
İman - Iman > İnsanı - İnsanî > Şekli - Şeklî ( Bu hali ile İ doğru oluyor. )
Zuhur – Huzur > Kûfe – Küfe > Mahkûk – Mahkuk (Bu hali ile U doğru oluyor. )
Türkçe’de en hatalı kullanılan kelimeler: Dahî: Bile anlamında / Dahî: Deha sahibi anlamına gelen kelimelerdir. Zira şimdiki kurallar her ikisin de Dahi şeklinde yazmaya amirdir. Mesele: Nerede sesin değiştiği? Nerede sesin uzadığı? Meselesi olduğuna göre; Dana kelimesi ile Danâ arasındaki farkı, duyarak ve hissederek kurallara bağlayalım. Şu an için a bulunmadığından Danâ kelimesi, Dânâ olarak yazılmaktadır. Bilenler manâsında Danâ-yan da herhalde böyle yazılmalıdır. Bu kuralları vazetmek elbet bizim işimiz değildir. Değildir amma, aksi halde bu ve benzeri, şiirleri de okumak mümkün değildir. Tabii bir zümrenin görüşüne göre: Bu veya benzeri şiirler okunsa ne olur? Okunmasa ne olur? İşte Türk milletini kültüründen kopuk, bu hale getirmiş olan da bu görüştür. Acı olan şudur ki; bu şiirin tercümelerine, muhtemel lügât (sözlük) eklemek mecburiyeti pek hasıl olmayacağıdır. Çünkü o insanlar kendi lisanlarına (dillerine) ait sözlerin manaları bilmektedirler.
Keza Ali veya Müsliman gibi kelimeler şiirin bazı yerlerinde fonetik açıdan
Alî veya Müsliman şeklinde yazılmıştır. Ezcümle bu gidişata bir yön verilmesi gereği vardır.
Fotograflarının çekildiği ve şiirin yazıldığı ilk günden bu zamana değin bu eser
insanlık tarihi için tekrar tekrar gündeme her geldiğinde ve getirildiğinde
bu esere emeği geçmiş ve geçecek olan bütün insanlara
insanlık Alemi adına teşekkürü
ebedî borç bilirim
Onlar, benim doğuştan serhoşluğuma hiç bakmadan..
Onlar ki; geçtiğim her bağı, bozduğuma da aldırmadan..
Onlar, bütün imkânları ile güçlerini seferber ettiler..
Onlar ki; bir tohum kadar güçlü, bir hasat kadar bereketliydiler.
Onlar, elele vererek, aşk ile şevk ile severek inançlı..
Onlar ki; her biri, bu zencirin birer mütevazı halkası.
Onlar, bir kısa zamanda, sel gibi coşup taştılar..
Onlar ki; yağmur damlası olmaktan korkmayanlar.
Onlar, inandıkları uğruna binlerce kez doğuranlar..
Onlar ki; şehvet ile hırsı aslâ ve aslâ kullanmayanlar.
Onlar, bu esere yadigâr sessiz emeklerini bıraktılar..
Onlar ki; çizgideki noktalar gibi, daireyi tamama koştular..
Onlar, Onlar ki; bu Cehennem’de fakîr ile Cennet’i tanıdılar.
Onlar ki; yaşanmamış bir beldede bu saye-i şiir ile yaşadılar.
Onlar, maziden istikbâle değin, insanlık için insanca çabalayanlar..
Onlar ki; yarın biz, Hakk’ın aguşundayken dahî, bizi yaşatacaklar.
Onlar, dün vardı.. Bugün var.. Yarınlarda dahî olacaklar..
Onlar ki; halk için, Hakk’ın Cennet’i ile iltifat bulacaklar..
Onlar, Bir’deki Bin kadar çok, bana da o denli yakınlar..
Onlar ki; hakları hiçbir zaman ödenemez, sevgililerim benim..
A.H.Volkan
Sayın Muhataplar,
Aşağıdaki hususlar, HiT GRUP Ltd.Şti. içinde çalışanlar için de geçerlidir. Bu itibar ile bu emanetler üzerinde yanlış tasarruf yapmayacak olanları, tabii ki; her türlü hatırlatmadan tenzih ederiz. Ancak, şu kritik hususu açıklamakta yarar da görürüz ki; kendi bünyemizde dahî, yönetimden habersiz olarak yapılan bir kopya, kopyayı yapana da bizlere de ciddi sorunlar yaşatmıştır.
Bu sebeple:
“ Geldim ”
isimli eser
ve bu eserin ekinde bulunan pilot VHS bant ve VCD & DVD
Telif kanunu esaslarına göre: Aşağıdaki hususlara riayet edilmek sureti ile kullanılabilir. Bu hususlara uyulmasını bilhassa rica ederiz. Bunun aksi halinde: Bu yapıtı gayesi dışında kullanan, mesul olacağı gibi, Haydar Volkan ve HiT GRUP Ltd.Şti.ne de zarar vermiş olacaktır. Zira, bu bantta var olan bazı kişilerin görüntülerinin kendilerinden izin alınmadığı için; umuma karşı intişar etmemesi gerekmektedir. Keza, bazı dolgu görüntüleri de, sadece pilot bantta kullanılmak üzre dia-bank izinlidir. Bu görüntüler de kopyalanamaz. Başka yerlerde herhangi bir şekilde ve ticari amaçlı kullanılamaz.
Ayrıca “Geldim” isimli şiir-eser, Haydar VOLKAN’a ait olup; kendisinin izni haricinde. Ticarî gaye veya başka amaçla kopyalanamaz. Çoğaltılamaz. Kullanılamaz. Her iki emanet de, işlevlerini tamamladıktan sonra, aşağıdaki adrese iade edilmelidir. Keza, kaza hata veya bir benzeri sebeple bu emanetleri tesadüfen elde eden kişilerin, lütfen ve süratle, aşağıdaki telefonlara durumu bildirmelerini rica ederiz.
Bu uyarıya rağmen: Eser, müellif veya HiT GRUP adına doğacak her türlü meseleden, zarar ve ziyandan, muhatap kişiler sorumlu olacak ve sorumlu tutulacaklardır. Gösterdiğiniz ilgi ve katlanacağınız zahmetler dolayısı ile derin teşekkür ve minnetlerimin kabulünü istirham ederim.
Saygılarımla
Ali Haydar Volkan
Bölümler
halinde okumak için
<<< 10. Giriş. Başa Dön >>>
01.02.03.04.05.06.07.08.09.10.
Açıklama.